Birlik İlmi
  Peker SELÇUK - MÜRŞİT İLE MÜRİDİN SOHBETİ
 

MÜRŞİT İLE MÜRİDİN SOHBETİ:

Baktım ki varıp şeyhin önünde diz çöktü; boyun eğdi. Onun mürşitliği altında kendini yetiştirme yolunda yürümek istediğini söyledi. İznini diledi; ruhsat istedi. O da sadece “gel” dedi. Başka birşey demedi.

Dergahta o gece ney ve nakkarelerden yükselen ilahilere, müziğin ritmine uyarak dervişler sabaha kadar dönüp durdular. Dönüp durdular... Ha babam dönüp durdular...

Genç salik de dönenler arasındaydı ve yorgunluktan ayakta duramayana dek bu işi sürdürmüştü. 

Sabah söktüğünde ise şeyhle sonu gelmeyen söyleşilerine başlamış bulunuyorlardı. 

Öyle bir söyleşi ki ruhsal ve bedensel besinlerini almak için zorunlu ara vermeler; her ikisine de can sıkıcı bir terslik ve engel olarak görülüyordu. Sohbetin zevkinden dörtköşe olmuşlardı.

“Size öğüt ve örnek olacak şey yine de sizdedir ama siz bunu bilemezsiniz. Der büyük üstadlarımız ve sufi şeyhlerimiz.” Dedi şeyh ve devam etti... Bu sözün en dikkate değer yorumlarından birine göre burada vurgulanan şey ve öz herkeste bir gizli öğretmenin, üstadın var olduğudur.

Şeyhin en büyük ustalığı da bu gizli öğretmenin kolayca anlayacağı dili bulmayı bilmesiydi. Başka bir deyişle şeyh, müridlerinin düşünce ve davranışlarını düzenlerken, herşeyden önce onların yaşam deneyimlerini değerlendirir. Bunun önemini belirtirdi. 

Eğer yaşam deneyimleri yeterli değilse, dağarcıklarını yeni deneyimlerle zenginleştirmeye çalışırdı.

Sufilik, dünyasal ortamda, dünyasal tariflerdeki bir değişikliktir. Hakikatin yeniden tarif edilmesidir, tanımlanmasıdır. Makro kozmosun, evrenin sonsuzluğundan mikro kozmosun, insanın sonsuzluğuna dek bir biri ile iç içe geçmiş, sonsuz sayıda anlamın, mananın ad değiştirmesidir burada söz konusu olan. Önemli olan...

Sapından tutup küçücük bir çiçeği salla, yıldızların dayandığı temel sallanır der sufiler.

Evrenin birliğini dile getiren bir sözdür bu. Evren ise sufiler için hakikatin, “O”nun birliğinin yansımasından başka birşey değildir. Evrende herşeyin birbiriyle ilişkili olduğu karşılıklı bağımlılık içinde bulunduğu inancı ve bilgisi insan aklının bütün ilişkileri, bütün karşılıklı bağımlılıkları kavrayamayacağı inancı ile iç içedir, griftir. Sufilikte, konunun çerçevesini genişletmek yerine ve tam tersine konuyu mümkün olduğunca dar tutmak ve ancak derinlemesine düşünmektir esas olan. 

Genişlemenin gereği yoktur. Çünkü, nasılsa herşeyin, her olgunun temelinde Birlik vardır. Sufiler, hem kendilerinin, hem de müridlerinin bilinç altını yönetmeyi ve yönlendirmeyi çok ustaca yapmaktadırlar. 

Bilincin yanısıra insan bedeninde olup biten pek çok şeyi de kavrayabilmişlerdir; keşfetmişlerdir. İnsan bedeni bir sırdır. Sırlarla donanmıştır. Bu işte insanların anahtarları, şifreleri nefestir. Çünkü nefes, alış verişi, bilinç dışı gerçekleşir. Ancak bilincin idaresi ve kontrolu altında gerçekleşir. 

Zikir, nefes alışverişleri ile ünleyişlerin, seslenişlerin eşliğinde ve birlikteliğinde yapılan derviş dualarıdır. Bu insanda özgürlüğü ve erkinliği sağlıyor ve dinsel güçleri, ruhsal duyuşları harekete geçiriyor. İnsan vücudunun gizli merkezlerini etkiliyor. Bedenin sırlarını çözüyor. 

Sema ve zikir, solunum sistemini geliştirmeye yönelik her ayrıntısı inceden inceye hesaplanmış karmaşık bir nefes eğitimidir. Evet nefesin de eğitilmesi, geliştirilmesi gerekir. Bu insanın yücelmesini, yükselmesini sağlar. Tayyi mekan deriz bu yükselişe. Tayyi zaman deriz. Zamanın dışına çıkarız... 

Mürşit, müridine bu kez şunları söyledi:

Gözlerinin içine bakarak;

“Dış dünyanın kuruluşu, iç dünyanın kuruluşuyla başlar. Kimseyi eleştirme. Kör olanlar eleştirir. Görmeyi öğren, bilmeyi öğren ve duy. Körün elinden tutanlar, yederler. Yani kör yedilir. Sen yedilen değil, yeden olmalısın. Perdenin gerisindeki gizli bilgiyi bulmalısın. Düz insan olmaktan kurtulmalısın.” 

Tarikat yolcusu yani salik, sabır ve tevekkül ile mürşidini dinliyordu pür dikkat.

Ve mürşit sözüne devamla;

“Bir şey istemediğin zaman, istemediğin herşey senin olur.” Dedi. 

Ama Hz. İsa, “siz isteyin size verilecek ve çaldığınız kapı size açılacak” dememiş miydi? Hakikat nerede bunun şeyhim, Üstadım? Dedi öğrenci.

Şeyh Müridinin sorusunu bir fıkra ile cevapladı.

“Birgün Kadı, Hoca Nasrettin’i çağırmış sormuş. Kaç yaşındasın? “Kırk” demiş hoca. Kadı şaşırmış. Beş yıl önce yaşını sorduğumda yine kırk demiştin. Hoca Nasrettin, gururla “adaletin temelleri, benim üzerimde yükselebilir Kadı Efendi.” Demiş. “Çünkü sözünün eri adamım ben. Yıllar önce ne demişsem, yine aynını söylüyorum.” Der. 

Aslında mesele yanlış değil diye sözlerine devam etti şeyh. Mantıklı düşünen herkes bir bakıma bu fıkradaki Hoca Nasrettin durumundadır. Çünkü gerçek, mantıklı değildir. Sonsuzdur. Ama değişmez değildir. Sonsuzluğu da bu yüzden yani değişmesindendir. 

Hz. İsa’nın sözleri gerçektir. Ama söylendiği yerde; söylendiği zamanda; söylendiği insanlar için. Müridlerim benim sözlerimin; İncil’de, Kuran’da ve büyük ulemalarca yazılmış kitaplarda, ters düşmediğini gördüler mi? Hepsinin gözlerinin parladığını farkediyorum. Doğru, çok doğru diye başlarını sallıyorlar hoşnutlukla. Sözlerim kitaplarda yazılanlara uymadığı zamanlarda ise susuyorlar. Derin bir sessizlik oluyor ortamda. Teyit edildiğini görmeyince beni yadsıyorlardı. 

Oysa kendilerine her zaman, hangi kitap olursa olsun, nerede nasıl yazılmış olursa olsun, orada yazılanlar, geçmiştir artık. Yazıldıkları zamanki anlamlarında olmazlar bugün. Bugün, o gün değildir artık. Bu gün yeni bir gündür. 

Akıl geçmişi biriktirir. Çünkü bir fikre varabilmek için gereken ölçüyü geçmişten alır. Akıl hep eski kapıları çalar. Hakikat ise hep yenidir. Yeniden haraket etmek demek; geçmişte gizli olan herşeye ulaşmak demektir. Sırra ermektir. Ve yenide gizli olan herşeye, her sırra ulaşmak demektir. Zaman yer ve insanlar şekli belirlerler ve şekil böylece sonsuzcasına değişen ölümsüz hakikate dönüşür. 

Mürsit ara vermeden dersine; açıklamalarına devam eder:

Sufilere göre hakikat öğrenilemez. Hakikat tecrübedir, deneyimdir. Hakikata bilgiyle değil, anlamayla, kavramayla ulaşılır. Kalple hakikat kapısı açılır. Elle değil. Bilgi yalnızca belleğimizin bir parçasıdır. Anlamaksa varlığımızın, benliğimizin bir parçasıdır. Kişiyi anlama kavramına götüren tek yol tarikattır.

Sufiler, ney üfler, ilahi söylerler. Onlara göre hayat alışkanlıklar ve törenler yığını değildir. Bayramdır. Sema, ney ve ilahi, ağaçları sallayan rüzgara, dallarda cıvıldaşan kuşlara, toprağı sulayan bulutlara yakın olmayı sağlar. Yükselmeyi, arşa yükselmeyi sağlar. 

Ney, ilahi ve sema insanı kösteklerinden yani prangalarından ve yalnızlaşan Ben’in sınırlılığından kurtarır. Balonun ipi koparsa ne olur? Yükselir uçar gider bulutlara karışır. Yani özgürleşir ve Ben’i bütün’ün bir parçası yapar. 

Bu noktada mürit gönül borcunu dillemek istedi: Söz aldı ve siz benim mürşidim olmasaydınız; bilim denen karanlığın içinde kaybolup gidecektim hocam dedi. Şeyh derhal sözünü kesti.

- Aynı gönül borcunu benim yerime bir solucana veya bir kurbağaya da duyabilirdin. Unutma dedi. 

Müridin şaşırdığını gören Mürşit, hemen sözlerini açıkladı ve dedi ki: 

- Şeyh Şıbli’ye sana hakikat yolunu kim gösterdi diye sormuşlar. “Bir köpek” demiş ve anlatmış. “Bir gün bir su kıyısında susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek gördüm. Köpek su içmek için, suya her hamle edişinde suda kendi suretini yani resmini görüyor ve bunu başka bir köpek sanıp korkuyla geri kaçıyordu. Sonunda susuzluğu içindeki korkuya üstün geldi ve köpek aniden suya atladı. Atlaması ile birlikte sudaki suret, resim kayboldu. Köpeğin ihtiyaç duyduğu şeyle arasındaki engel kendisiydi.” Ben de kendim sandığım şeyin aslında içimdeki engel olduğunu anladığımda, engel ortadan kalktı. Böylece bana yolumu gösteren bu sokak köpeği oldu.

Onun için öğrenmeye hazır durumda olan kimse, kimden olsa öğrenir. Yani öğrenmek, öğretmene değil, sana bağlı; öğrenciye bağlı. Eğer sen olgunlaşmamışsan, değil herhangi bir öğretmen, peygamber olsa sana birşey öğretemez. Ve eğer sen hazırsan, bir köpek bile sana Hakikat Yolu’nu gösterebilir. 

Üstad ara vermeden sözüne devam ediyordu:

Yaşadığımız her an bizim için bir rehberdir. Yani zaman, kişinin rehberidir. Önceleri ben her gün bana yol gösterecek fırsatları görmeden, yanlarından geçip gitmişim; bi haber olarak. Bildiğimi sanıyordum. Buydu benim talihsizliğim. Ben biliyorum diyordum. Oysa kim ki bilir, bir daha hiç öğrenemez. Önce bilmediğini bileceksin. O zaman dört bir yandan tecrübe, öğüt ve akıl yağar üzerine. Dedi ve bugünlük yeter diyerek sohbete son verdi. 

Şeyhin bu tavsiyesinden sonra mürşit kırk gün yalnız kalır. Taa ki şeyhten izin çıkana kadar bekler. Yani hakikat yolu yolcularının son ağır sınavlarından biridir yaşadığı bu kırk gün. Hiçbir şey yemeden, içmeden geçirilen kırk gün. Yanlış duymadınız. Kırk gün...

Herşeyi anlamıştı. Önü açılmıştı. Gönül gözüyle bakıyordu insanlara. Onun için önemli olan insandı artık. Kendinde alametler belirmiş olan Bütün’ün biricik ve tekrarlanamaz sureti olan insan... Sen-ben, o ben, ben o. Ayrılmazlık, BÜTÜNLÜK, BİR olmak. 

Tıpkı parmak izi gibidir değişmeden kalan...

Peker SELÇUK
Süper İnsanlık Realitesi Derneği

Açıklamalar: 

1- Mürşit: Müritlerine kurtuluş yolunu ve Tanrısal sırların çözümünü gösteren, dervişleri yöneten ve yönlendiren, sözü yasa niteliği taşıyan, üstün dereceli tarikat ulusu, büyüğü.
2- Mürid: Bir mürşide, pire bağlanan kimse; derviş, salik.
3- Salik: Tarikat yolcusu.
4- Nakkare: Eski dergah müsikisinde bir müzik aleti. Küçük bir nevi davul.

 
  Bugün 17 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol