Birlik İlmi
  Peker SELÇUK- İSMAİLİLER VE İMAM HASAN SABBAH
 

İSMAİLİLER VE İMAM HASAN SABBAH
“ALTIN İNSAN SEMPOZYUMU” 12.08.2012


Öyle bir konuyu ele alıyoruz ki pek çok kişinin daha doğrusu entelektüel ve kültürlü kişilerin şu veya bu şekilde bu konuyu yaşamlarının her hangibi döneminde irdelemiş ve yargılamış olmaları çok olağan bir durumdur.

İsmaililer ve İmam Hasan Sabbah tarih boyunca yargılanmışlardır. Sünni Hanefi gözlüğü ile bakanların hepsi karalamış; hatta sapıklıkla suçlamışlardır.

Artık bilgi çağını yaşıyoruz. Bilgi kirliliğine son vermeliyiz ve kirlenmeye yol açmamalıyız. Objektif bir gözle olaylara bakmalıyız.

Hepimizin, matematik, geometri derslerimizden tanıdığımız Tales şöyle diyor: Yokuşun alt ucundaysak bu yol yokuş yukarıdır. Yokuşun üst ucundaysak, bu yol yokuş aşağıdır. Yani yolun tanımını bulunduğumuz konuma göre yaparız. Bunun başka bir şıkkı yoktur.

Hz. Muhammet devri, İslam’ın birlik ve beraberlik dönemidir. 4 Halife Dönemi de bu birlik ve beraberliğin korunmaya çalışıldığı bir dönemdir.

İslamda en büyük yol ayrımını Emeviler başlatmıştır. Öyle bir başlatıldı ki yalan, riya, rüşvet, şiddet ve cinayetler ile bu yol ayrımını onarılmaz biçimde gerçekleştirmişlerdir. Saf, temiz ve halis Müslümanlar kendi mecralarına çekilip dini görevlerini yapmaya çalışmışlardır. Ama ne yazık ki Emevi Halifeliği/Hükümdarlığı, bu kesim müslümanları rahat bırakmamıştır. Sonuç olarak da tefrika denilen mezhepler, tarikatlar, gruplar doğmuştur.

Bu yazımızla ele alacağımız konu, İslam’daki yol ayrımlarından biri olacak. İsmaililer…

İsmaililer Mezhebi, İmam Cafer-üs Sadık’ın büyük oğlu İsmail tarafından 8 yy’da kurulan bir mezheptir. Bu mezhepin 5 temel ilkesi vardır:

1- İmamlık, babadan oğula geçer;
2- İmam, yeryüzünde Tanrı’nın halifesidir. (Halifethullah). O Tanrı’nın nurunu özünde toplamıştır;
3- İmamlık Makamı’na geçen bir İmam’ın ağzından çıkan her söz bir Kuran’dır. Tanrısal bir buyruk (Emr-i İlahi) kesinliği taşır;
4- İmamların yaptıkları doğrudur; Hak’tır yanılmazlar; suç işlemezler. Bir İmam, her türlü eksiklikten, yanlışlıktan, günahtan uzaktır. (Masumdur);
5- Din, iman ancak bu tarikata veya mezhebe inanmakla gerçekleşir. İman etmek, dine bağlılık göstermek; imama bağlanmak, ona uymaktır. İmam, gizli bilgilere vakıf bir Alim’dir. Sır bilgiler, onun katındadır.

İsmaili inancına göre, İmamlık gizlidir. İmam, herkese görülmez. Gerçek imamın, kim olduğunu bilmek kolay değildir.

İslam dininin özünde olan gerçeklerdir bunlar. İnsanlığı doğru yola, kurtuluşa götüren bu gerçek, gizlidir. Geçici dünyayı görmeye çalışan gözlerden saklıdır.

Hz. Muhammet’in Peygamber oluşundan sonra gizli olan İmamlık ortaya çıktı; bütün gözlere görünür oldu. İnsanlık tarihi boyunca gizli kalan, insanlara görünmeyen, Hz. Muhammet’in peygamberliği ile ortaya çıkan gerçek İmam, Hz. Ali’dir. İmamlık ondan sonra soyuna geçmiştir.

Bu tarikata girmenin sırları, kuralları ve törenleri vardır. Bu giriş ritüeli 7 basamaktan oluşur.

İsmaililer’de 7 İmam inancı değişmez kuraldır. Bu 7 sayısının kutsallığındandır. 7 gezegen, 7 kat yer, 7 kat gök birer kutsallık alametleridir ve şifrelerdir.

Tarikatın bütün sırlarını, ilahi esrarını, bir bütünlük içinde, 7 İmam bilir. İsmaililer, bu sırları tarikat kurallarına göre onlardan öğrenirler. Bu sırlara BATİNİ MANA adı verilir. Bu kavram içinde, İsmaililik Heteredoks olarak tanımladığımız, Aleviliğin çok önemli bir koludur. Değerlendirme yapılırken, bu gerçek daima göz önünde tutulmalıdır.

İsmailiye Mezhebi mensuplarına göre, hadislerin, bir değeri yoktur ve önemsizdir. İçi boş kavramlardır. İnsanın onlara bağlanması ve davranışlarını onlara göre düzenlemesi, hakikatten, gerçek bilgiden, uzaklaşması anlamına gelir. Bu kurallar insanda, Tanrı’yı; Tanrı’dan insanı görmesine irfan bakımından olgunlaşmasına engel olur. İnsanın kemale ermesi, basamak basamak yükselip Tanrılaşması için bu gibi engelleri aşması, bu bağlardan kurtulması gerekir.

Bu mezhepin mensupları arasına katılmak için yedi basamaklı bir imtihandan geçmek gerekir.

1. BASAMAK: Sunni İslam’ın güçlüğü, anlaşılmazlığı, gereksizliği gereksiz ayrıntıların çokluğunu;
2. BASAMAK: Tanrı’nın evreni neden 6 günde yarattığının sırrını; Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını ileri sürmesinin gerçek anlamını;
3. BASAMAK: Ruh’un biçimi; nerede olduğu; nereden geldiğini;
4. BASAMAK: 7 İmam’dan sonra, 7 Peygamber’in gelişindeki anlam ve sır;
5. BASAMAK: Hadislerin gereksizliği; uydurukluğu; gerçek dışılığı;
6. BASAMAK: Sunni İslam Kuralları’nın da bir işe yaramadığını;
7. BASAMAK: İsmailiye Mezhebi’nin özü, felsefesi, batıni mana ve ana ilkeleri açıklanır ve anlatılır. Sorular sorulur.

Tarikata giriş törenlerini, Dai adını alan görevli, yetkili temsilciler yapar. Dai’ler, Tarikatın tanıtıcıları ve yayıcılarıdır. Hiristiyanlık’taki misyonerlik görevi gibidir bu görev.

1081 yıllarına gelindiğinde, İsmaililer’in başında Dailer Daisi Abdül Malik al-Attaş bulunuyordu. Suriye, Mısır, Kuzey Afrika’dan dönen Hasan Sabbah, Baş Dai tarafından, Daylam Dailiği’ne atandı ve davanın merkezi olarak bölgedeki o aşılmaz Alamut Kalesi’ni seçti.

Alamut diye bilinen yer, dağın en yüksek zirvesindeki kayanın tepesine 860 yıllarında yapılmış bir kaledir. Daylami lehçesinde, Aluh (kartal) Amut (yuva) sözcüklerinden oluşturulan, Aluhamut (kartal yuvası) adını verip yerleşildi. Bu kelime, daha sonraları, Alamut şekline dönüştürüldü.

Kelime, arap harflerinin sayısal değerleri toplandığında, yani ebced hesabına göre, Hasan Sabbah’ın Alamut’u ele geçirdiği tarih olan hicri 483 (m.1090) rakamı çıkmaktadır.

Hasan Sabbah, Mısır’dan İran’a geldiği zaman, Alamut Kalesi’nin sahibi, Hasan Hüseyin Mehdi adında bir Alevi; yani Ali soylu idi.

Alamut’a yerleşildiğinde, İsmaililer için uygun ortamlı bir Darü-l Hicra (göçmen evi) olarak tarihe geçti.

Alamut, Tahran’ın 100 km. Kuzeybatı’sına rastlar. Elbruz Dağları’nın en yüksek doruğunu oluşturur. Alamut Kalesi’nin yüksekliği 180 m. Uzunluğu, 135 m ve genişliği, 9 ile 37,5 m. Arasında değişmekte ve kısmen Elbruz Sıradağları’nın tepeleri ile kuşatılmış durumdadır. Bugün Alamut Kayalığı Kal’a –i Guzur Han olarak telafuz edilmektedir.

Büyük İsmaili Dai’si, devrinin bilgin ve düşünürü, teşkilatçı bir devlet adamı olan Hasan Sabbah ve İsmaili Aleviliği’ni objektif görüş açısıyla sizlere anlatmaktayım.

Açıklamalarıma, anlatım tarzıma katılmayanlara yazının ekinde sunduğum kaynakça listesini incelemelerini tavsiye edeceğim.

Özgürlükçü, barışçıl, eşitlik ve paylaşımcılık temelleri üzerine kurulmuş olan bu hareket, kan ve nefretin, cinayetlerin temsilcisi olarak tarih sayfalarında anlatılmaktadır.

Alamut Devleti, Pamir’den Güneydoğu Akdeniz kıyılarına, Filistin’e kadar uzanan geniş Ortadoğu coğrafyası içinde 300’e ulaştığı bildirilen, Baş Dailer’in yönetiminde bulunup ortaklaşa çalışıp kazanarak, ortak kazanda aş yenilen ve özel mülkiyetin olmadığı kale yerleşim birimleri Dar-ül Hicralar’dan oluşan bir devletti. Alamut Nizari İsmaili Devleti, tam anlamıyla bir Sosyalist Federe Cumhuriyeti idi.

Alamut Devleti 167 yıl varlığını sürdürmüştür. 1256 yılında, Moğollar tarafından yakılıp yıkılmıştır. Ancak bu inancın taraftarları, inançlarını günümüze kadar taşımışlardır.

İsmaililer, bizim celselerimizde ve akışlarımızda zaman zaman önümüze gelmektedirler.

Şöyle ki: “Dağlara taşlara deriz ki biz İlim hakimleriyiz. Bizden biri Birlik Tekniği ile birleşip de ses verirse, hepimiz onun yoğunluğunda göklere ve yerlere sesleniriz. Zamanı tohumlayan gerçek Kürsüleriz bizler. Din tekniğinde insana Kuran gerekir. Biz ise kaynaktan bildiriler okuruz. Ölülerin diyarı olan Dünya’da Işık Tohumları olarak kurtarıcıydık. İmparatorluk Kotları birleştiklerinde İnsan Işıklar bizi tohumladılar. Bizi kotladılar ve Can Tabiat’a kattılar. Buyurun seslenin dediler. Sesimiz gür mü bilmeyiz ama Işık Tohumları’nın gür oldukları kesindir. Münasebet kurmak istediğimiz her bilinçle irtibatımız oluşamayabilir. Ve bizler sizden üstün olan Siz İlmi’ni dinledik. Şimdilik bu…”

Ortodoks İslam, (Sunni) Tarih boyunca bu kesimle uğraşmışlardır. Alamut İsmaililiği’nin inanç ve felsefi temeli olan, Talimiye Öğretisi, Hasan Sabbah tarafından yorumlanmış ve dizayın edilmiştir. Bu öğreti, Batıniliğin temelidir. Bu konuda ciltlerce kitaplar yazılmış olup halka dağıtılmış; halk tarafından takdirle okunmuştur. Sunni Halifelik Makamı, bu kitaplardan çok rahatsız olmuş ve derhal kesin emirle yasaklamışlardır. Bu yasaklara rağmen kitaplar, Halife’nin ikametgahı bulunan Bağdat’a kadar yayılmış, zengin ailelerin evlerine, aydın çevrelere kadar, toplumun her kesimi tarafından ilgiyle izlenmiştir. Bu ilgi yoğunluğu karşısında Sunni Halifelik Kurumu, ciddi bir telaş içine düşmüş ve siyasi otoriteyi kullanmaya kalkmıştır. O günün siyasi otoritesi ise, Büyük Selçuklu Hükümdarları olan Sultanlar’dır.

TALİMİ ÖĞRETİSİ: Herhangi bir yeni öğretinin mezhepsel formülasyonunu gerektirmiyor. Çünkü bu öğreti daha çok İmam Cafer Sadık tarafından “İlim Öğretisi” olarak somutlaştırılmıştır. Şii İslam’ın temel ilkelerinin yeniden formüle edilmesidir.

Talim öğretisinde içerik olarak Tanrı’dan İmam’a ulaşan mantık zinciri içinden bir halka olan Peygamber ile İmam’ın rolü üzerinde önemle durulur. Bu görüş İsmaili düşüncesine öyle merkez olur ki farklı bölgelerde, Talimiyya olarak tanınır. Telafuz edilir ve aynen uygulanır.

Bu öğretide İslam’a, temelden sert bir meydan okuma vardır. Şeriatın sertliği ve zorunlu uygulamalar üzerinde karşı iddialarda bulunulur. Öğreti gereği, bütün dışsal (zahiri) biçimlerin, bir içsel (batini) anlamda karşılığı vardır. Her dinsel hükmün, mecazi bir yoruma (tevil) uygun olduğu düşünülür. Ve kabul edenlerce de bu yorumun yeteri kadar adil olduğu, doğru olduğu ifade edilir.

Talim Doktrini, yetkin ve buyurucu bir öğretidir. Hasan Sabbah tarafından özellikle eski şekline göre geliştirilmiş olan Talim Öğretisi, İsmaililer için çok önemli bir sistemdir. Hasan Sabbah, tüm yaşamı ve davranış biçimiyle koruduğu öğretiyi, kesin bir düşünce aracı ve öğrenme metodu olarak kullanmıştır.

Hasan Sabbah, bu amaç ve içerikle Teolojik (Tanrı Bilim) Risale yazarak, cemaatine duyurmuştur. Buna Fusul-i Arba’a (Dört Fasıl) adını vermiştir. İsmaililer için, yeni ve geçerli bir tez olarak yürürlüğe geçirildi.

BİRİNCİ FASIL: Ulu Tanrı’ya dair sahip olunan uygun bilgi hakkında sadece iki tarzda söz söylenebilir. Bu bilginin yalnızca aklın ve hiçbir öğretmenin eğitimi (Talimi) yeterli gelmeden oluşan bir sınavın sonucu olduğunu onaylayabiliriz. Ya da akıldan ve ve alışılmış düşüncelerden bağımsız olarak gerçek bir öğretmen (Muallimin Sadık) eğitiminin son derece gerkli olduğu savunulabilir.

İKİNCİ FASIL: İlk kez bir Mürsit’e- öğretmene başvurma gereksinimi tanıyıp onlardan herhangi birine tutunmak yeterli midir? Yoksa gerçek bir öğretmen seçimi yapmak mı gereklidir? Sorusu soruluyor; herhangi bir öğretmeni izlemeye hazır olduğunu bildiren kimse, ayni şekilde, başkası için ayni hakkı reddetme yetkisine çekiliyordu. Doğrusu kendisi için o sadece gerçek öğretmenin adına reddedebilirdi. Çünkü onun yanında, kendisine gerekli güvenceleri bulabilecektir.

Bu fasıl, Hadis yandaşları ile (Sunnilerle) savaşıma yöneliktir.

ÜÇÜNCÜ FASIL: Hasan Sabbah, ilk kez bu fasılda bir Mürşit’in gerekliliğini ortaya koyup kendisinden hemen eğitim almak için ilk fırsatta onu bulmalı ve onu Üstad tanımalıdır. Yoksa tersine ilk gelmiş olan, yani gerçek kimliği bilinmeyen ve doğruluğu iyi anlaşılmayan bir adamın yanında eğitilmek mümkün olur mu? Diye soruyordu.

2. varsayım (hipotez): Bir öğretmenin yani Mürsit’in varlığına inanmayan Sunniler’in durumuna ve ancak kendisine yol açan bir rehberin aracılığıyla çıkış bulabilen kimsenin durumuna geri döndürülebilirdi.

Zira atasözünün ifade ettiği gibi “Bir yol arkadaşının seçimi, izlenmek istenen yol seçiminin önüne geçmemeli.” Bir başka ifade ile “yoldan önce yoldaşını seçmelisin.”

Bu fasılda Şiiliğe bir reddiye olmaya yöneliktir.

DÖRDÜNCÜ FASIL: Hasan Sabbah, insanlığın genel olarak iki büyük kesimden oluştuğuna işaret ediyor. Bir kesim, Yüce Yaratıcı’dan almak istedikleri bilgi içinde, gerçek bir Mürşitten geçmeyi bileceklerini kabul ediyor. Bu gerçek öğretmen hakkında, yaptıkları kimlik saptama ve tanımlamaya göre, kendisinden almak istedikleri eğitim üzerinde zorunlu olarak öncelik vermeleri gerektiğine inanıyorlardı.

Diğerleri ise, nitelikli ya da değil, herhangi bir öğretmen tarafından eğitilmeyi kabul etmektedirler. Oysa önceki mantıksal önermelerden, onun çıkardığı sonuç, akıl birincilerin yanındadır. Öyleyse onların başlarında olan kimsenin gerçeğin seçimini yapan bütün insanların Başkanı olması gerekir.

Karşıt durumda olan hatalı bir fikrin seçimini yapmış olan ikincilerdir. Onların başlarında yer alan şefler de ancak hatanın öğretmenleri olabilirler.

Olası şeylerin içselliğinde, (batini yanında) var olan olasılık oranını belirlemeye götüren bu sonuncusudur.

Doğru Birliğin özelliklerine, yanlış çoğunluğunkine sahiptir.

Hasan Sabbah, şöyle der: Tevhide (Tanrı birliğinin bildirimine) giden yol, bu yoldur. Tevhit, Tanrı ile Peygamberin birliğidir. Ayni şekilde Peygamber ile İmam da eşit düzeydedir. Ve böylece üçlü birlik, Tevhit oluşturur. Alevi-Bektaşiler’in, Allah-Muhammet-Ali birliği inancı gibi. Zaten fikrin hareket noktası da budur.

İsmaililer, Sufizimle ilgilenmişler, Sufizm Üstadları’na destek vermişler ve onarı kendilerinden birileri olarak görmüşlerdir. Hoca Ahmet Yesevi, Sanai, Attar, Celalettin Rumi, Şems-i Tebirizi, Kasım-i Anvari ve Hacı Bektaş-i Veli ve diğer Üstadlar gibi…

Farisi Sufizmi’nin ünlü ismi, Mahmut Şabestari’nin eseri Gülşen-i Raz (Gizemin Bahçesi) İsmaili eğitimi yani Talimi Öğretisi’nin ders kitabı olarak kullanılmış ve yorumlanmıştır.

İsmaili eğitiminin önemli bir halkası olan, Büyük Kıyamet ya da Kıyametler Kıyameti deyimini de kısaca özetlemeliyim.

Kıyamet deyimi, “ölülerin yerlerinden kalkması, dirilişi” anlamındadır biliyorsunuz. İsmaililer’e göre mecazi olarak Kıyamet, bir sonraki ruhsal aşamaya yükselmeyi gösteren bir düşünceyi, bir öğretiyi belirlemektedir. Büyük Kıyamet, insanın kendisine engel olan, dış yasal bağlardan (şeriat şartlarından) kurtularak, özgür olduğu ve Tanrısal Kaynaklar’la birleşen Ruhsal Öz ile biçim değiştirip yüceldiği zaman, en yüksek dereceye erişmesi anlamına gelen bir öğretinin adıdır.

İsmaililer, tarihlerinin bütün dönemleri boyunca daima ideal bir toplum yapılanmasını amaçlamışlar; Peygamberin emirleri, Kuran’ın hükümlerinden ilham alarak, adalet temelli bir insan toplumunu yaratmayı amaçlamışlardır. İnsanı rahat ettirmeyi sağlayacak insancıl ve felsefi kurallar kapsamında bu hedefe yönelmişlerdir. Onlar için her yer bir cami, bütün yönler Kıble’dir. Çünkü her nereye dönerseniz, orada Tanrı’nın sureti vardır.

İsmaililik’te inanç ve ibadet törenlerinin dini ögeleri hepsi araçtır. Yaşamları için de üç aşama veya üç kapı geçilerek yola devam edilir.

1. Şeriat – İslam Hukuku;
2. Tarikat – Tasavvuf yolu;
3. Hakikat – Doğruluk.

Hangi din geleneği olursa olsun, Allah’a uzanan mertebeleri (yol) imgesi ile canlandırmaya çalışmışlardır.

Bu mertebeler, Hiristiyanlık’ta da vardır.

1. Via Purgativa;
2. Via Contemplativa;
3. Via İllumminata.

Üçlü anlatımı ile anlatılır ve İslam’daki Şerikat – Tarika – Hakikat ayırımına benzer. Hiçbir yol yoktur ki ayrıldığı ana caddenin kolu olmasın.

Dailer’in el yazmalarına yansıyan konuşmalardan seçilmiş bazı sözleri de sizlerle paylaşmak istiyorum.

- Ben Tanrı’nın hucceti (kanıtı) ve halkın farkına varmadığı bilinciyim. Aklıyım.
- Büyük Kıyamet anında, her kim Tanrı’ya ulaşırsa, sonsuzluğa (ebediliğe) ulaşır; herkim Tanrı’dan ayrı düşerse, sonsuzluğu asla yakalayamaz.
- Doğruluk, Tanrı’ya daha yakın olmaktır; siz hiçbirşey olmadığınız zaman O herşeydir. Yakından daha yakın olmayı arzulayamayız.
- Dikkatli olunuz. Tanrı’nın Hakikat Evi’ne Hac Ziyareti yaparken; Kıyamet Günü olan bu gün, çok gayret göstermelisiniz.
- Hakikatın adamı olan kimse, her iki dünyanın sahibi olur.
- Her kim Hakikatin Adamı’nı ve ebedi cennet kişisini görmeyi arzu ederse, halkı Tanrı’ya çağıran insana bakmalı. O Tanrı’yı bilir ve dinde tamahkarlık yapmaz.

İmam Hasan Sabbah ve onun geliştirdiği İsmaililik, aslında İslam’la çelişmiyor. Ancak Sunni Halifelik Makamı’nın rahatsızlık duyduğu konuları, Şeriat başlığı altında, gizlenen yanlışlara dokunuyor ve hadislerin sahteciliğini ortaya koyuyor. Bu yüzden istenmeyen adam oluyor.

Hallac-ı Mansur’u anlamamış zihniyet, nasıl onu linç ettiyse, Hasan Sabbah İsmaililiği’ni de linç etmiştir. En kaba ifade ile sapıklıkla suçlamışlar, Selçuklu Hükümdarı Sultanları’nı kışkırtmışlardır. Sultanlar’la bu yüzden savaşlar olmuştur. Tamamen nefsi müdafaa anlamında savaşmışlardır.

Buraya kadar işin aslını, özünü inanç felsefesini anlatmaya çalıştım. İşin bu anlattığım tarafından ayrı olarak magazin diyebileceğimiz bölümü var ki Hasan Sabbah deyince ilk akla gelenlerdir bunlar.

1- Alamut Fedaileri;
2- Haşhaşinler yani haşhaş kullananlar;
3- Tarihi Assassin, katil suikastçı sözcüğü; suikastçiler, katiller ve haçlı yalanlamaları;
4- Marko Polo’nun fantastik (hayali) anlatımları; cennet bahçeleri ve dağların yaşlı adamı;
Not: Alamut’un yakılıp yıkılmasından 16 yıl sonra 1273’de Alamut’un yıkıntılarını ziyaret etmiş ve hayal ürünü olan hikayeler yazmıştır.
5- yine Marko Polo’nun, Moğollar’ın yakıp yıktığı ve içinde 200 bin kitap bulunan kitaplığından söz etmeyişi;
6- Sultan’ın yatağı üzerine kabzasına kağıt sarılı bir hançer bırakılması. Kağıtta şunlar yazılıydı: “Senden çok uzakta Alamut kayalığı üzerinde yattığım seni aldatmasın, çünkü kendine hizmet için seçmiş olduğun kimseler de benim emrimdedir. Ve bana itaat ederler. Yatağına hançeri koyabilen biri, onu yumuşak kalbine de saplayabilirdi. Bu sana ihtar olsun.”
7- Ve 1092’de İsmaililer’i ortadan kaldırma planından sonra Sultan Melik Şah’ın yatağında, bir sabah ölü bulunması;
8- İsmaili Kaleleri’nde yaşam, Fedailer Cenneti;
9- Büyük Süriye Kervanı’nın önlenmesi; nasıl önlendi: İmam, çağırdığı fedaiye önünde uzanmasını istedi. Fedai, denileni yaptı. Alamutlu Komutan, kılıcını sıyırıp fedainin çıplak beli üzerine geri dönmelerini yazdı. Altına da kızdırılmış bakır mühürünü bastı. “Bu yıl gelmeyiniz. Ve lakin ertesi yıl gelebilirsiniz.”
10- Okul arkadaşları, Hasan Sabbah-Ömer Hayyam-Nizam Ül Mülk hikayeleri;

Gibi tarihi olayları ele almadım. Sizler zaten genel hatları ile bu konuları biliyorsunuz. Eğer ihtiyaç olursa; istek olursa olayın bu tarafını da hep birlikte inceleriz. Değerli arkadaşlarım, sözlerimi Alamut İsmailileri’nin o muhteşem sözü ile bitiriyorum. Kurtla kuzunun birlikte su içeceği günlere inanarak, insanlar arasında adil yargılar verileceği günlerin beklentileri ile…

Sabrınıza teşekkür eder saygılar sunarım.

Peker SELÇUK
Süper İnsanlık Realitesi Derneği

Ek Bilgi:

Hasan Sabbah – Ömer Hayyam – Nizam-ül Mülk üçlüsü o devrin yetiştirdiği dahi ve alimlerdir. Okul arkadaşlarıdır.

Hasan Sabbah’ı biraz anlattık. Nizam-ül Mülk, devlet adamı ve idarecidir. Osmanlı ve Avrupa’nın bugün sahip olduğu devlet düzeni ve hiyerarşisinin yaratıcısıdır.

Ömer Hayyam’ı tanırız ama şair olarak. Oysa ayni zamanda, felsefe – matematik – astronomi bilginidir. Bu konularda yazdığı kitaplar, medreselerde okutuluyordu. Fıkıh – ilahiyat – edebiyet – fizik – astronomi konularında yapılan derin tartışmalarda, toplumun büyük taktirini kazanmıştır.

Çok bilgili olan bu yüce varlık müderrisliği pek sevmediği için, medreseden ayrıldığı söylenir. Hasan Sabbah gibi o da Sünni Müslümanlık’a savaş açmıştır. Ancak yüksek sarp kalelere çekilerek değil, aşağılarda ve halkın içinde tepkilerini şiir ve rubailerle göstermiş; büyük taraftar ve taktir kazanmıştır.

Sunni İslamı, Allah’a ve peygamberine şikayet etmiştir.

Ona gore, gerçek olan yaşanandır. İnsan yaşadıkça gerçektir. Gerçek ise yaşanandır. En şaşmaz ölçü, akıl ve sağduyudur. İnsan bir akıl varlığıdır. Gerçeğe akıl yolu ile ulaşılır.

Şiirlerinde softaları, akıl almazlıkları, şeriat uygulamalarını ince alaycı, iğneleyici bir dille eleştirir. Sunni uygulamalara örtülü olarak göndermeler yapar.

Rubailerinin konusu aşk, şarap, dünya ve insan hayatı ve yaşama sevincidir. Bazı şiirlerinde filozofça derin bir sezgi açık seçik insanseverlik duygusu ağır basar.

Sufi Tekkeler yerine, çoğunlukla şaraphaneleri ziyaret ederdi.

Süper İnsanlık Realitesi Derneği

 
  Bugün 409 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol