Birlik İlmi
  UFKUN ÖTESİ
 

Peker SELÇUK’un “ALTIN TAHT” Sempozyum Konuşma Metni:

UFKUN ÖTESİ:

Ufkun ötesine geçmiş ve ufkun ötesinden bizleri gözleyen olağanüstü Yüce bir varlığın sözleri ile konuşmama başlamak istiyorum.

“Bir yolcunun yolda yürüyebilmesi için ufku görmesi yeterli değildir. Ufkun ötesini de görmesi gerekir.” Kim demiş? Mustafa Kemal Atatürk…

Yetmişbeş yıl oldu bizi burada bırakıp ufkun ötesine geçti… Bizi izlemektedir… Ruhu şad olsun mekanı nurla dolsun, nurlansın… Saygıyla, minnetle, muhabbetle anıyoruz… Bu Yüce Varlığı, bu Yüce Görevli’yi…

Ufkun ötesi, dünya kurulalıdan beri inanoğlunun aklını meşgul etmiştir. Doğrudur çünkü gerçek oradadır. Orayı görmek, algılamak sıradan insanın harcı değildir. 

Süper Realite Öğretisi’nde olay çok net biçimde açıklanmaktadır. Diyor ki bilgimiz “sen zamansızlıktasın ve zamanı seyredersin. Biliş halindesin. Yüreğin bilmekte ve izlemektedir.”

Bu güne mahsus bir olay değildir. Çağlar boyu insanoğlu, perdenin ötesi ile meşgul olmuş. Bu işe kehanet demişiz. Bu özel kişilere de kahin demişiz. Tarih, kahinler ve kehanetlerle doludur.

Günümüzde ise bilimsel olarak halen var gücümüzle konuyu irdelemekteyiz. İnsanın geleceğinde devrimci bir çığır açan bu bilim parapsikolojidir. Bu bilim sayesinde, insan aklının hemen kavrayamayacağı kanıtlara erişilmeye çalışılmaktadır. Ancak yüzyıllar önce Anadolu’da, Hacıbektaşı Veli, Mevlana gibi pekçok veliler, ermişler bu güce sahip olmuşlardır. 

Einstain bilim adamı kimliği ile şöyle söylemiştir. “Eskiler, bizim bilmediğimiz pekçok şeyi biliyorlardı.” Bilinç üstü uyanıklığa “transa” geçen bir kişide, zaman ve mekan sınırları ortadan kalkar. Her zaman ifade ettiğimiz hadise, yani tayyi zaman; tayyi mekan olayı… İnsan sonsuz bir gizli güce sahiptir. Tanrı’dan sonra insan gelir. O canlılar arasındaki en mükemmel varlıktır. Atatürk de insanlar arasındaki en mükemmel varlıktır.

Kurtuluş Savaşı’nı yaparken, o tek bir şeye inanıyordu. “Ben bu savaşı kazanacağım.” Diyordu. Hatta o kadar inanıyordu ki savaşın kazanılacağı kesinleşmediği Sakarya Savaşı’nın o kritik, kızgın günlerinde Ankara’da Maarif Kongresini topluyordu. Onun kafasında savaş çoktan kazanılmış; geleceğin günlerine hazırlık başlamıştı bile. O, ufkun ötesini görme gücüne, yeteneğine sahipti. 

Tıpkı Hz. Muhammet, karşısına gelerek avucunda sakladığı taşları soran Ebu Cehil’e Hz. Muhammet’in verdiği cevap gibi kesindi. Hz. Muhammet, Ebu Cehil’in elinde sakladığı taşların adedini doğru olarak bildikten sonra, nasıl bildin sorusuna cevap olarak, “bu bir ilimdir.” Der.

Atatürk, 1932’de Amerikalı General, Mac Arthur’a verdiği mülakatta, 2. Dünya Savaşı’nı ve bu savaşın çok kanlı olacağını, ancak ABD müdahale ederese biteceğini ve Bolşevikler’in zafer kazanacağını söylemiştir. 

O Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracağını, daha Padişah 2. Abdülhamit zamanında ileri sürmüştür. İnsanı en çok şok edecek şey ise 1907 yılında çizdiği bugünkü Türkiye haritasıdır. 

Ama söyledikleri ileri görüşlülüğün çok daha ötelerine geçmiştir. Yakın gelecekteki olayların dışında, 1930’lu yıllardan 1990’ları hatta 2000’leri dahi görebilmiştir. 

“Atatürk İle Konuşmalar” adlı eserin yazarı Ergun Sarı, kitabın 23. Sayfasında şöyle diyor: “Sanki karşınızda bir tarih bilicisi var.” Evet gerçekten de bir tarih bilicisi var. Çünkü o, ufkun ötesinde dolaşıyor. Çünkü o dünyaya gelen büyük ve özel vazifelilerden, görevlilerden biridir. İlahi Güçler her zaman onun yanında olmuş ve ona zor anlarında yardım etmiştir.

Atatürk’ün yaşamında ve yaptığı işlerinde, geleceği bilme (ufkun ötesini görme) gücünün olduğu görülmektedir. 

O, bu gücünün faydasını en çok Kurtuluş Savaşı sırasında görmüştür. 

Değerli dinleyenlerim, Atatürk’ün ilahi bir emirle gönderildiğine ve bu gücün de kendisine verildiğine adım kadar eminim. Lütfen sizler de emin olun. 

Büyük İslam Alimi Muhittin Arabi, Futtuhatı Mekkiye’de ruhlarla, ilahi varlıklarla görüşülebildiğini açıklar. Bu görüşmelerin ayrıntısına girmeyeceğim. Sizler bu olayın içindesiniz. Bu yüzden gerek yok. 

Yine büyük üstad Tabbüd Üs Sekine adlı eserinde ise şöyle der: “Allah-u Teala, bana öyle nimetler ihsan etti bildirdi ki istesem kıyamete kadar gelecek tüm Veliler’i, kutupları, isim ve neshepleri, olayları bilidirebilirim sizlere. Fakat bazıları kazançlarından kaybederler diye korkuyorum. 

Ancak gelecek ile ilgili bazı olayları kitaplarında bildirmiştir. Ünlü Kahin Nostradamus’un Muhittin Arabi’nin bu kehanetlerinden yararlanıp alıntılar yaptığı da bazı araştırmacılar tarafından belirtilmektedir. 

Yaşadığı yıllarda yoğun eleştirilere maruz kalan Muhittin Arabi, ölümünden önce şöyle bir kehanette bulunmuştu:

“Sin, şına gelince Muhittin’in kabri ortaya çıkar.” Bu sözlerden kimse bir şey anlamamış ve 78 yaşında Şam’da vefat etmiştir.

Ona düşman olanlar, mezarını tahrip edip üzerini çöplerle doldurmuşlar ve zaman içinde mezar kaybolup gitmişti. Aradan yıllar geçtikten sonra 276 yıl sonra 1516’da Yavuz Sultan Selim Han Şam’a girdi. Kabrini bulup üzerine türbe yaptırdı. Sin Şın’a gelince sözünün de anlamı belli oldu. Sin, Selim; Şın da Şam… 

Muhittin Arabi de Nostradamus da tartışılmaz bir gerçekse, Atatürk de öyle bir gerçek… 

Parapsikoloji, ezoterik ve batıni öğretilerin gerçekliğini bugün tartışıyor muyuz? Tabii ki hayır.

Saint Agustin’in dediği gibi, insanda öyle bir kudret vardır ki akıl bunu kavramaya yetmez. 

1911 yılında Libya’da bulunduğu sırada, bir adama rastladılar. Birisi bu adam el falından çok iyi anlar deyince, genç subayların hepsi avuçlarını gösterdiler. Talihlerini öğrenmek istediler. Sıra Mustafa Kemal’e gelince o elini uzatmadı. Çünkü o talihini biliyordu. Ancak ekip arkadaşları ısrar edince elini uzatmak zorunda kaldı. Bu sarışın subayın eline bakar bakmaz, ayağa fırladı ve heyecanla haykırmaya başladı. “Sen padişah olacaksın… Padişah olacak 15 yıl hüküm süreceksin…” 

Gülüştüler ve yollarına devam ettiler.

Hastalığının ilerlediği yıllarda. 1938’de kendisine “içme Paşam” dedikleri zaman, o Bingazi yollarındaki el falına bakan bedeviyi hatırlayıp gülüyordu. “Arap vaktiyle söylemişti. Bizim padişahlık nasıl olsa 15 yıl sürecektir. Hesapça bu son senemizdir.”

Ve yanında bulunanlardan Fuat Bulca’ya fısıldar: “Bingazi’deki falcıyı hatırladın mı? Bana 15 yıl hükümdarlık yapacaksın demişti… İşte 15 yıl Fuat… Vadem doldu.”

Bu işin dünyasal tarafı ve bir basit fal olayı. O herşeyi, yarını biliyordu. 

1916’da Diyarbakır’daki görev arkadaşları ile yaptıkları bir konuşmada; söz İsmet Bey’den açıldı. İsmet İnönü’nün olmadığı bu Mecliste; “İsmet Bey, gün gelecek Erkan-ı Harbiye Reisi olacak bir askerdir.” Dedi. 1920 yılında İsmet İnönü, Genel Kurmay Başkanı oldu. 

İstanbul işgal edildiği günlerde, İstanbul’a dönen Mustafa Kemal, düşman zırhlılarını Dolmabahçe önlerinde gördüğü zaman büyük bir üzüntüye kapılmış ve ağzından sadece şu sözler dökülmüştür:

“Geldikleri gibi gidecekler…” Ve öyle oldu. 

Nostradamus’un 1555 yılında yayınlanan tarihi olaylar, savaşlar ve keşiflerle ilgili “Canaturien” adlı kitapta; Mustafa Kemal Atatürk’ten bahsedilmiş ve yukarıdaki konu ile ilgili bir kehanete yer verilmiştir. İnanılmaz kehanet şu dörtlükten oluşmuştur.

Kongre Başkanı’nı tutan devlet adamları;
İşkal Kuvvetleri’nce sürülecek Malta’ya;
Girilmiş İstanbul’a; alınmış Rodos Adası;
Ama geldikleri gibi gidecekler sonunda.

Dörtlüğün sonunda gelen sözle Atatürk’ün sözü ile benzerlik, açıklanır gibi değil. Evet açıklanmaz ama görevli varlıklar için ufkun ötesini görmek hiç de zor değil. Onlar hem orada hem burada.

Çanakkale Savaşları sırasında, kimsenin tahmin edemediği Seddülbahir, Kabatepe’ye düşman çıkarma teşebbüsünde bulunuyor. Bunu hisseden Mustafa Kemal, gerekli önlemleri çoktan almıştı bile. Bunun gibi diğer teşebbüsleri de hissedip önceden tedbirlerini alıyor idi. 

Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın savaş planlarını biliyordu. İstihbarat Şubesi’nin yanıldığını, kendi önsezisi ile öğrendiği bilgileri kullanıyordu. Zaman onu haklı çıkarıyordu. 

Kendisine sunulan kağıtta notlara bakıp düşman olduğu belirtilen yerlerde, düşman olmadığını anlayıp 

- Hayır orada düşman yoktur. İyi baksınlar. 

Görevli subay, geri geldiğinde sıkılarak ve üzgün şekilde, “haber aldım komutamın. Bahsedilen yerde düşman yokmuş.”

2. İnönü Savaşı’nda vaziyetin kritik olduğu haberleri ortada dolaşıyor. Atatürk, yanındaki Dr. Reşit Galip Bey’e, telaşlanma 15 dakika bekleyin; 15 dakikaya kadar zafer haberi gelecek dedi. 15 dakika geçmeden, Garb Cephesi Komutanı İsmet imzalı telgraf gelir. Savaş kazanılmıştı. 

Keza büyük zaferden çok önce, sonrası ile ilgili olacakların hepsini bilmişti.

1919 Erzurum Kongresi hazırlığı içindedir. Ülkenin dörtbir yanı düşman tarafından sarılmış, büyük bir kaos ve endişe ortamı var. Mazhar Müfit Kansu’ya bir gece geç vakit;

- Mazhar, not defterin yanında mı?
- Hayır paşam…
- Zahmet olacak ama birzahmet merdiveni inip çıkacaksın. Al gel…

Mazhar Müfit geldiğinde;

- Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben bir sen, bir de Süreyya (Özel Kalem Müdürü) bileceksiniz. Şartım bu… Öyleyse tarih koy… Dedi. 
- Koydum Paşam. 07.08 Temmuz 1919 sabaha karşı
- Pekala yaz.

Diyerek devam etti. 

- Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir… İki, Padişah ve Hanedan hakkında zaman gelince, gereken işlem yapılacaktır. Üç, örtünme serbest kalacaktır. Dört, fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir. 

Bir ara Mazhar Müfit’in elinden kalem düşer; Paşa’nın yüzüne tuhaf tuhaf bakar. Paşa da ona bakar. 

Paşa;

- Neden duraksadın Mazhar Müfit?
- Darılma ama Paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var. Dedi. 

Paşa güldü.

- Bunu zaman gösterecektir. Sen yaz. Beş, latin harfleri kabul edilecektir. 
- Paşam yeter yeter!… Cumhuriyet ilanını başarmış olalım yeter. Dedi Mazhar Müfit. Defteri kapattı ve Paşam, sabah oldu. Dedi.

Aradan yıllar geçti. Çankaya’da yemekte: 

Kemal Paşa:

- Bu Mazhar Müfit yok mu? Kendisine yapılacakları yazdırdığımda, defterini koltuğunun altına alıp beni hayalperest ilan etmişti. 

Demekle kalmadı; şapka devrimi açıklanmış; Atatürk Kastamonu’dan dönüyordu. Otomobili eski Meclis binası önünde durdu. Mazhar Müfit karşılayanlar arasındaydı. İnanılacak gibi değil, Atatürk’ün yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın da başında şapka vardı. Demek o da şapkayı giymişti. Paşa Mazhar Müfit’i yanına çağırdı. 

- Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun? Dedi.

Sözlerinin hepsi gerçekleşen, kehanetlerle doluydu. 

24 Ağustos gecesi verilecek kokteylde onu bulamayacaklardı. Çünkü gizlice hareket etmişti. 25-26 Ağustos gecesi Kocatepe’nin hemen güneyindeki dere içinde Başkomutanlık karargahında idi. Ankara’dan ayrılmadan önce yakın bir arkadaşına şunları söylemişti. Taaruz haberini alınca hesap ediniz. 15. Gün İzmir’deyiz demişti. Ve öyle oldu. 

Bir kez daha geleceği okudu. Çünkü o sürekli ufkun ötesinde dolaşırdı. Şimdi de orada burayı gözetliyor. 

Başarılarını haber alan İtilaf Devletleri, kendisinden görüşmek üzere randevu istediklerinde, Atatürk yabancı elçilere şöyle cevap vermişti:

- Sizinle 9 Eylül 1920 günü Nif (Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim. 

İşin ilginç yanı, Türk Ordusu Nif kasabasının çok uzaklarındaydı. Ve 9 Eylül’e kadar çarpışarak oraya varmak imkansızdı. Bu bir savaştı. Ne olacağını kimse bilemez.

Atatürk, bu olayı daha sonra ünlü nutkunda şöyle anlatmıştır. Dediğim gün Nif’teydim. Fakat benden randevu isteyenler orada yoktu.

Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da bulunan Hz. Muhammet Ahfadından Şeyh Ahmet Sünusi bir gece rüyasında Hz. Muhammet’i görür. Derhal koşarak elini öpmek ister. Hz. Muhammet kendisine sol elini uzatınca buna şaşıran ve üzülen Şeyh, “ ya resul Allah, niçin bana sağ elinizi uzatmadınız?” diye sorar. Hz. Muhammet şu cevabı verir: “Sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e uzattım.”

Bu sözün açıklaması yapılamaz. Anlamı üstünde. Anlayan anlar… 

Peker SELÇUK
Süper İnsanlık Realitesi Derneği
ALTIN TAHT SEMPOZYUMU
10.11.2013

 
  Bugün 113 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol