Birlik İlmi
  ZAT'A DAİR - PEKER SELÇUK
 

ZAT’A DAİR
BETA KÜRZİ (1) SEMPOZYUMU
Peker SELÇUK

Yaratılış konusunda pozitif bilim ulemalarının tezleri, teorileri, fikirleri ortalıklarda dolaşmakta ve eğitimin ortaokul düzeyinden itibaren muhtelif kademelerde okutulmakta ve öğretilmektedir.

Ancak bu konunun ilahi ve tasavvufi öğretisi hakkında yaygın bir öğreti ve eğitim yoktur. İlahiyat Eğitimi yapılan eğitim kurumlarında belli ölçüde temas edilmektedir.

Allah’ın evreni nasıl yarattığı hakkında bilgi edinmek için Kutsal Kitap ayetlerini yorumlamak gerekir. Fakat şurası bir gerçektir ki “OLUŞ” dediğimiz bu sonsuz evrenlerin akıp gittiği yaratıklar denizinin nasıl ne şurette tecelli ettiğini ve zaman ve mekan dışında oluşan İLAHİ EMİRLER’in nasıl düşünülebileceğini yalnız ve yalnız YÜCE ALLAH bilir.

Aslında insan aklının bir sınırı vardır. Akılda bilinen gerçeklere olduğu gibi ALLAH’ın bilmediğimiz nice nice mucizeleri sürmekte ve devam etmektedir. Uzayda her saniye neler oluyor tam olarak bilebiliyor muyuz? Kuşkusuz hayır.

Kısaca ifade edilecek olursa evrenin oluşu, kutsal bilgelerdeki temel ilkeler dışında hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Peygamberlere dahi bunların bir kısmı, yalnızca gerekli olanlar öğretilmiştir.

Şunu kesin olarak bilelim ki İLAHİ VARLIK’ın münezzeh ZAT’ını hiçbir yaratık, yaratılmış bilemiyecektir. Onun için evrenin yaradılışınndan önceki dönem hakkında insanlara akıllarının erişemeyeceği muhtelif yorumlar, tezler, teoriler üzerinde fazla durummaması gerekir.

Buna rağmen tasavvuf bilimi bu hususta birleşilen ilkeleri tesbpit etmekte yarar görmüştür. Ve konuyu öğrenmek, anlamak isteyenlere kolaylık olsun diye bir açıklama yapmıştır.

Buna göre; Allah gökleri ve melekutu yaratmakda önceki dönem üç bölümde, üç safhata açıklanır.

1. Safha – Ahadiyet
2. Safha – Vahadiyet
3. Safha- Tecelliyet ise Rububiyet adını alır.

Evrenin yaratılmasından önceki dönemde Yüce Varlığın adı AHAD olarak anılır.

AHAD, Arapça, BİR demektir. Ancak burada AHAD KELİMESİ İhlas Suresinde AHAD ismi Allah’la aynı zamanda geçen AHAD adı, Sufilerce İlahi ZAT anlamında ve az önce belirttiğim üzere evrenin yaratılmasından önceki varlığına verilen addır.

Sözünü ettiğim birinci safhada tezahurat dediğimiz somut alem ve taslak halindeki kainet henüz ortada yoktur.

İkinci safhada olan VAHADİYET, İLAHİ İNİŞTE yaratılacak olanların “sabit ayın”ların; (ayan-ı Sabitelerin) ortaya çıktığı dönemdir.

Bu ikinci safhada Allaha’aın iradesiyle isimler ve sıfatların (değişmeyen biçimleri) yani İLAHİ PLAN’a göre alacakları şekil ve meydana getirecekleri işlevleri açıklandı.

Bu arada insanların ve bütün alemlerin kaderlerine göre ( yer – sıra- Biçim)leri belirlendi. Buna dini belgelerdeki deyimiyle, (Levh-i Mahfuz) adı verildi.

Üçüncü safhada ise bütün bu somut ve soyut evren yaratıklarının kaderlerindekini işleme dönemi başladı. Ve böylece İNİŞ (Allah Katı’ndan iniş) tamamlanıdı.

Bu yorum ve anlatımlar, Kur’an-ı Kerim ayetlerinden çıkarılan anlamlar üzerinde düşünmekle ve şifresel çözümlerle bulunmuş kuramlardır. Bu kuramlar, pekçoktur. Hemen hemen bütün fikir adamları, derin Ulemalar İLAHİ İNİŞ tablosu hakkında muhtelif yorumlar getirmişlerdir. Ama hepsi aynı doğrultudardır.

Allah adı, O’na ait adların en yücesidir. “Ekber” en büyük anlamına gelir. Allah adının bir övgü sıfatıyla birleşmesinden oluşan EKBER büyüklükte sonu olmayan, gerçek büyük, en büyük demektir.

Allah adı, onun bütün ad ve sıfatlarını kapsar. Ruh, madde, dış, iç, somut (latif kesif) görünen ve görünmeyen özetle AHADİYET ve VAHADİYET hepsi her biri O’nun Tek varlığını ve eserilerini açıklıyan en yüce ad ve sıfatlardır.

Allah’ın güzel ad ve sıfatları aslında sonsuzdur. Kur’an-ı Kerim’de 99 tanesi açıklanmıştır. Güzel adları hakkında pek çok Peygamber sözü vardır. Hz. Muhammed’in en sık tekrarladığı anış şekli ise şudur:

“HU ALLAH- ÜLLEZİ LA İLAHE İLLA HU, ER RAHMAN ER RAHİM EL – MELİK EL- KUDDÜS...”

Burada Allah’ın adı ve “HU” lafzı aynı anlamda kullanılmakla beraber, “HU” aynı zamanda, ”La ilahe illallah” yerine geçecek şekilde “La ilahe illa HU” olarak anılmıştır. Bu adlar ilahi varlığın ZAT’ına özgü isimler olması itibarıyle en baştadır.

Bazı yorumlara görev HU adı Allah’ın kainatı yaratmadan önceki varlığının simgesidir. Bir başka ifadeyle HU ya da HÜVE, şan zamiridir.

HU olsun, AHAD olsun İLAHİ ZAT’a ait isimlerdir.

Bütün güzel ad ve sıfatlar, BİR olan Allah adında toplanır. Bu nedenle Allah adı İsm-i Azam’dır.

Sözünü ettiğimiz Peygamber sözlerinde Allah’ın ZATİ adından sonra Rahman’a yer verilmiştir.

(Er Rahman –Er Rahim – El Melik - El Kuddüs)

Diye geçmekte olan sıfatlar özellikle ZAT’tan sonra belirlenmiştir.

Süphesiz bütün sıfatların İlahi Emir’le işlevlerine ve amaçlarına göre ayrı ayrı yerleri vardır.

Önemi bakımından belirtilmesi gerekir ki Rahman sıfatı, ALLAH’ın Kutsal Kitapta belirttiği; feyiz, bereket, yaşam ve selametin işareti sayılan yüce bir sıfattır.

Bu sıfat, Tevhid kelimesi ile zikredillir. Tevhid kelimesi, Allah’ın benzersiz, ortaksız, Tek varlık olduğu ve ondan başka hiçbir kudret ve kuvvetin ve İlah’ın bulunmadığı gerçeğinin zikridir, beyanıdır.

Allah adı, bir ism-i cami yani bütün güzel isimleri toplayan abir isim olunca HU isminin gerçek anlamı kendiliğinden açıklanmış olur. HU, Allah’ın ZATİ varlığına verilen addır. HU, ilahi sıfatların henüz tezahüratın dönüşmediği bir süreyi anlatmak sırasında zikredilen bir isimdir.

HU adı bazan “O” anlamına da gelir. HU ismi bir sözün ya da ayetin başında tenzih –tazim (saygı) ifadesi olarak, hatta besmele yerine geçer.

Bu isimler, ZAT’a özgü isimlerdir.

AHAD ve AHADİYET, BİR olan subhan, yani kusurdan münezzeh ve çok yüce olan tek varlık anlamındadır.

Tasavvuf kuramlarına göre; Allah evreni yaratmadan önce VAHADİYET makamı, ondan sonra da RUBUBİYET makamlarına inmeden önce; AHADİYET adıyla anılıyordu. Daha açık bir ifadeyle görünen isim ve sıfatların henüz var olmadığı, yani yaratılanların taslağının yalnız İlahça bilindiği safhanın adıdır.

AHADİYET – HU ismi birçok surenin başında yer alır. Ve Esma-ül Hüsna’dan önce gelir.

Mesela: “Kul HU vallah-u Ahat, Allah – us – samed lem yelid ve lem Yulled ve lem yekun le HU külfuven Ahad” Suredindeki gibi...

Anlamı: “De ki, O BİR’dir. (Allah BİR’dir) Allah (Sameddir) (yüce ve ihtiyaçsız, sonsuz olan)dır.

O, doğurmadı, doğurulmadı da. Hiçbir şey O’na denk olmadı. (olamaz)”

Dikkat edileceği üzere bu surede (HU) ismi ile AHAD ismi aynı anlama gelecek bir mahiyet taşıyor.

Bu sure İlahi Varlık ve Birliği yani Allah’ın ZAT’ına özgü isimleri bir arada belirlemesi bakımından çok yücedir.

İHLAS Suresi diye de anılan bu sure Fatiha Suresiyle birlikte zikrediliri. Bu sureyi okuyan Kur’an’ın büyük bir bölümünü okumuş gibi olur denir.

Allah Kelime-i Tevhid içinde kendi adını “ALLAH, La ilahe illa HU” VE “La ilahe illalah” şeklinde indirmiştir.

Muhiddin Arabi bu konuda şöyle diyor: “Yaratılanların (zahir alemin) varlığı, HAKK’ın kaza ve iradesiyledir. Böyle olmakla vaciptir. (Zaruri ve zorunludur.)

Çünkü; yaratılanlar aslında varlığı vacip olan, mutlak ZAT’ın letafet mertebesinden, kesafet mertebesine inmesidir. (Yani mana aleminden, maddeye dönüşmesidir.) Bu ise zuhur aleminde tecelli eden (görünen) Hakk’ın vücudundan ayrı bir şey değildir. Ancak kesifin (görünen zahir alemin) vücudu, Latif’e yani (görünmeyen aleme) bağlı olduğundan yaratılanların varlığı kendi nefsiyle, onu maydana getiren sebeblerdir.

Bunun için kesif, yani (mezahir/görüntü, görünen)dediğimiz, görünen alem; kendini meydana getirene bağlıdır. İhtiyacı O’nadır.”

Arabi bu sözleriyle Allah’ın ZAT’ının (vacip, yani vücudu kendinden olan ve bir an için bile yokluğunu farzetmek imkansız olanın) imkan alemine olan hüküm ve tasarrufunu dile getiriyor. Bunu anlatıyor.

Tezahürat, kelimesiyle açıklanan olayın bir içi bir de dışı vardır. Bir çok bilgin bu görünen alemlerin bir dış yani madde suretinde tecelli etmiş IŞIK olduğunu bildirirler.

Ama bu dışın (tezahüratın), bir de içi vardır. İşte bu içi yani görünmeyen ve dışı zahir kılan iç (varlık) sonsuzdur. Nasıldır?

(VEL EVVELİ VEL’AHİRİ, VEZ ZAHİRİ VEL BATINİ) ayetinde belirlendiği üzere, ALLAH, görünen, görünmeyen alemlerin TEK SAHİBİ’dir.

Allah’ın HAY yani; hayat - ilim – irade – Kudret gibi sıfatları sözünü ettiğimiz IŞIK ile vardır.

Eşyanın görünmesi, işitmesi, söylemesi, hareket ve hayatları hep bu IŞIK’tandır.

Tabiat ve eşyadaki fiil, yani iş ve olaylar bu IŞIK ile olmakta ve IŞIK’tan meydana gelmektedir.

Algıladığınız, algılıyamadığınız herşeyin kaynağı bu ışıktır ve bu IŞIK, BİR’dir.

“ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR.” Diyor Nur Suresi 35. Ayet.

Peker SELÇUK
Süper İnsanlık Realitesi Derneği

 
  Bugün 507 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol